Sena'nın hikayesi, sadece bir kadın cinayeti parti görüntüsünde kalmamakta, aynı zamanda toplumsal bir alarmla ses banyolamakta. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum" diyen Sena, yaşadığı dehşet dolu anları paylaştı. Olay, bir kadın cinayetinin ötesinde, cinsiyet temelli şiddetin boyutlarını gözler önüne sererken, toplumda değişim ve bilinçlenme ihtiyacını da gösteriyor. Bu haber, Sena'nın acısını paylaşarak, aynı zamanda kadın cinayeti ve şiddeti konularındaki farkındalığı artırmayı amaçlıyor.
Türkiye, kadın cinayetleri ve cinsiyet temelli şiddet konusunda dünya genelinde pek çok ülkenin önünde yer almakta. 2023 yılının verilerine göre, yılda yaklaşık 300 kadın cinayeti işlenmekte, pek çoğu da medya tarafından ya görmezden gelinmekte ya da kadınların “namus” adı altında hayatlarından koparılmaları üzerine sıradanlaştırılmakta. Bununla birlikte, bu cinayetlerin sadece istatistik olmadığını, her birinin arkasında bir kadın, bir hayat olduğunu unutmamak gerekiyor.
Sena'nın durumu, bu sorunları gözler önüne seren çarpıcı bir örnek. Kendisi, yaşadığı şiddetin sonucunda bir cinayet davasının parçası olmayı değil, mücadeleci bir sesi temsil etmeyi seçti. "Ben bir cinayet kurbanı değilim, ben hayatta kalan bir kadınım," diyen Sena, toplumda bu tür olayların sıradanlaşmasına karşı durmakta kararlı olduğunu ifade etti. Zorluklarla dolu yaşamına rağmen, toplumu birer birer aydınlatma amacı güdüyor.
“Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum” sözü, yalnızca Sena'nın acısını değil, aynı zamanda tüm kadınların hissiyatını da özetlemekte. Toplumun pek çok kesimi, kadın cinayetlerini önlemek, cinsiyet temelli şiddeti ortadan kaldırmak için mücadelenin sadece bir kişiyle sınırlı olmayacağını anlamalı. Sena'nın sesi, bu mücadelede hepimizin görev aldığını hatırlatıyor.
Bu noktada, kadın cinayetleri ve cinsiyet eşitsizliği ile mücadele eden sivil toplum kuruluşları ve aktivistlerin rolü büyük. Onların yürüttüğü kampanyalarda duyarlılık oluşturmak, farkındalık yaratmak ve eğitim çalışmalarının desteklenmesi adına ciddi adımlar atılması gerekiyor. Bu sadece kadınların değil, aynı zamanda erkeklerin de üzerine düşen sosyal bir sorumluluktur. Kadınlar, sadece fiziksel değil, duygusal ve psikolojik şiddete de maruz kalmakta, ve bu kararlarımızla birlikte tüm toplumsal yapımızı etkileyen bir sorundur.
Sena’nın sesine kulak vermek, onun gibi kadınların özgür ve güvenli bir şekilde yaşamasını sağlamak adına çok önemli bir adımdır. Kadınlar için güvenli bir yaşam alanı yaratmak, devletin ve toplumun ana görevi olmalıdır. Bu noktada, özsavunma eğitimlerinden, yasal düzenlemelere, eğitim programlarından, farkındalık kampanyalarına kadar pek çok önlem alınabilir. Bu şekilde, her kadının kendi hayatının kontrolünü elinde tutabilmesi adına adımlar atılabilir.
Son olarak, Sena'nın hikayesi ve onun mesajı, kadınların güçlendiği ve seslerinin duyulması gereken bir geleceği işaret ediyor. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum" demek, yalnızca bir birey olarak değil, tüm kadınların sesini yükseltmek ve birlikte daha güçlü bir toplum oluşturmak adına atılan önemli bir adımdır. Sena’nın cesareti, tüm kadınlara ilham vermekte ve mücadelelerini sürdürebilmeleri için bir aracı olmaktadır.
Bu nedenle, kadın cinayetleri ve kadınların sesi konularında daha fazla dikkat göstermeli ve toplumsal bir farkındalık yaratmalıyız. Sena'nın hikayesi, bunun ne kadar acil bir zorunluluk olduğunu gösteriyor. Sonuç olarak, bu mücadeleye destek olmak, sadece birkaç sesin etrafında birleşmekle kalmayıp, tüm kadim geleneklere ve sistematik eşitsizliklere karşı durarak ilerlemekten geçiyor.